Ortalamanın Sonu Kitap Özeti ve Alıntıları:
ÖZET
1940’lı yılların sonlarında Amerikan Hava Kuvvetleri ciddi bir problemle karşılaşır. O dönemde jet motorlar kullanılmaya başlanmıştır ve pilotlar bu yeni sistemli uçakları kontrol edemeyip kaza yapıyordur. Mekanik ve elektronik olarak bir problem bulunamaz. Pilotaj hatası denir. Fakat pilotlar kazaların kendilerinden kaynaklanmadığının farkındadır. Kokpit tasarımı ve ölçüleri incelenmeye başlanır. Pilotlardan yüz kırk farklı vücut ölçüsü alınır. Ölçüm işini Teğmen Gilberts Daniels yapar. Daniels geleneksel ölçüm yöntemlerini kullanmaz. Dört bin altmış üç pilotun vücut ölçülerini tek tek ölçüp ortalamalarını alır. Tüm ortalamalara uyan pilot sayısı sıfır çıkar. Teğmen, ortalama diye bir şey olmadığını ifade eder. Bu durumun açığa çıktıktan sonra ayarlanabilir
Görsel: Bağnaltı
kokpitler yapılmaya başlanır. Olumlu sonuçlar alınır ve pilotların performansı artar.
“Çünkü sistemi değiştirmek entelektüel bir egzersiz değil, acil bir probleme getirilen pratik bir çözümdü.” (s.19)
Norma, on beş bin genç kadından alınan vücut ölçülerine göre şekillendirilmiş, normal olan kadını gösteren bir heykeldir. Genç kadınlar nasıl olmaları gerektiğine Norma’ya bakarak karar vermeye başlar. Norma’ya benzerlik yarışması yapılır. Fakat ortalama ölçülerin hepsine uyan bir kadın bulunamaz.
“Ortalama kişiyi merkez alarak tasarlanan her sistem başarısızlığa mahkûmdur.” (s.18)
Bu iki örneğin verilmesindeki amaç ortalama insan diye bir kavramın olmadığını vurgulamaktır.
Günümüzde pek çok okul, kurum, işyeri vb. yapılarını tasarlarken, araştırmalarını yürütürken ortalamayı esas alır. Örnek vermek gerekirse bir öğrencinin durumu ortalama öğrenciye göre değerlendirilir, kişilik testleri ortalama sonuçlara göre değerlendirilir.
“Ortalamadan zaman zaman rahatsızlık duysak da insanlar hakkında bir tür objektif gerçekliği temsil ettiğini kabul ederiz.” (s. 20)
“Bu kitabın temel önermesi çok basit: Hiç kimse ortalama değildir.”
Ortalama vücut ölçüsü, ortalama yetenek, ortalama zekâ gibi sayılar, ifadeler yoktur. Bireyin bilimi bireylerin yalnızca kendi içinde bireyselliğe odaklanarak anlaşılabileceğini savunur. Bireyselliğin üç prensibi vardır: dalgalık prensibi, bağlam prensibi, yollar prensibi.
“İnsani potansiyel, kurduğumuz sistemlerin varsaydığı kadar sınırlı değil. İnsanları çan eğrisindeki bir veri noktası olarak değil, birey olarak anlamak için gerekli araçlara sahip olmamız yeter.” (s. 24)
2002 yılında California Üniversitesinde görevlisi sinir bilimci Michael Miller sözlü hafızayla ilgili bir çalışma yürütüp ortalama beyin haritasını çıkardı. Sonrasında herkesin beyninin ortalama beyinden farklı olduğunu ve tüm beyinlerin de birbirinden farklı olduğu sonucuna ulaştı.
Quetelet, kozmik insan şablonunun kusurlu bir kopyası olduğunu ileri sürdü. Bu kopya şablona da Ortalama İnsan adını verdi. Quetelet’e göre Ortalama İnsan mükemmellik demekti.
Quetelet ortalama boy, ağırlık, ten rengi, evlenme yaşı, ölüm yaşı vb. verileri hesaplayıp bu ortalamaların tek gerçek insanın gizli niteliklerini temsil ettiğini söyledi. Quetelet çok rağbet gördü, düşünceleri benimsendi ve tıp, ekonomi, fizik, matematik gibi alanlarda kullanılmaya başlandı. Ortalama İnsan kavramı Ortalama Çağı’nın başlangıcını işaret eder.
Bankacılık ve silah üretiminden servet sahibi olan bir aileden gelen Galton Ortalama İnsan fikrine karşı çıktı. Galton’a göre Ortalama İnsan sıradan, kaba, alelade olmak demekti. Galton insanlığı on dört gruba ayırdı. En alt tabakaya enbesilleri, orta tabakaya sıradanları ve en üst tabakaya da üstünleri yerleştirdi. Galton ayrıca Ortalamadan Sapma yasasını geliştirdi.
Ortalama Çağı’nda insanlar ortalamanın üstünde olmak için çabalamışlardır. Altında olmak felakete yakalanmak gibi bir durum haline gelmiştir.
Yirminci yüzyılın başlarında sosyal bilimciler ve politikacıların çoğu insanlar hakkında ortalamaya göre kararlar almaya başlamışlardır.
“Ortalamacılık karmaşık sosyal problemleri çözmek için matematiği kullanmayı deneyen Avrupalı iki bilim insanının çalışmaları sonucunda ortaya çıktığı için, sadece uzmanlar veya entelektüelleri ilgilendiren ezoterik bir felsefe olarak kalabilirdi. Ancak hepimiz ortalama kavramının özdeğerimizle ilgili en mahrem değerlendirmelerimizi etkileyerek doğumdan ölüme kadar hayatımızın her yönünü belirlediği bir dünyada doğduk. Ortalamacılık fildişi kulelerdeki soyut bir varsayım olmaktan çıkıp, tüm dünyadaki işletme ve okulların rakipsiz organizasyon öğretisi hâline nasıl geldi? Bu sorunun yanıtı büyük ölçüde bir tek kişiyi merkez alır: Frederick Winslow Taylor.” (s. 49)
Taylor çalışma sistemini geliştirmeden önce şirketler en yeteneklileri işe alıyordu. Bu yetenekli kişilerin işlerin işleyişinde değişiklikler yapmasına izin veriliyordu. Taylor, şirketlerin bireysel çalışanlara bu hakkı vermesine karşı çıktı. Şirketlerin, sisteme uyan ortalama insanları işe almaları gerektiğini savundu. Bu düşünce zamanla kullanılmaya başlandı.
Bu düşünce yaygınlaştıktan sonra bir işletmede hüküm süren standartları kimin belirleyeceği sorusu gündeme geldi. Çalışanları denetlemek, organizasyonun işleyişini standart hale getirmek için planlayıcılar olması gerektiği düşünüldü. Taylor bu hususta yönetici kavramını benimsedi. Bu konuyla ilgili bir kitap yazdı ve işletmelerde yönetici çok popülerleşti. Amerika, Rusya, Avrupa ülkelerinde çok yaygınlaştı.
Taylorculuk ırkçılık, cinsiyetçilik gibi çağrışımlara sahipti. Ama büyük ve başarılı şirketlerde kullanıldı.
Taylorculuk yirminci yüzyılın başlarında Amerikan endüstrisini dönüştürmeye başladı. Fabrikalarda lise eğitimine sahip yarı kalifiyeli işçilere aşırı derecede ihtiyaç duyuldu. Amerika’daki eğitim reformcuları Taylorcu ekonomiye eleman yetiştirmek için Taylorcu eğitim vizyonun benimsedi.
Thorndike, okullarda Taylor modelini “eğitimin amacının aynı ortalama işlere hazırlamak” kısmı dışında destekledi. Okullar öğrencileri yeteneklerine göre seçip ayırmalıydı. Okulların amacı öğrencilerin doğuştan gelen yetenek ve seviyelerine göre seçilip eğitilmesi olması gerektiğini düşündü.
“Yine de bireyselliğimizin kabul görmesini istiyoruz. Gerçekten kendimiz olabileceğimiz bir toplumda yaşamak istiyoruz; yapay bir norma uyum sağlamaya çalışmak yerine kendi doğamıza göre öğrenebildiğimiz, kendimizi geliştirebildiğimiz ve kendi tercihlerimize göre fırsatların peşinden koşabildiğimiz bir toplumda yaşamak istiyoruz.” (s. 66)
Molenaar, ortalamacılığın ölümcül kusurunun farkına vardı. Ortalamacılığın yanlış olduğunu ilan etti. Bireysellik manifestosu yayınladı.
Ortalamacılığın temel araştırma yöntemi “önce topla, sonra analiz et” şeklindeyken bireyselciliğin temel araştırma yöntemi ortalamacılığın tam tersidir.
“Ortalamacılık, düşüncelerimizi inanılmaz ölçüde dar kalıplara sığmaya zorlar.” (s. 80)
2007 yılında Google’a her ay on bin iş başvurusu geliyordu. Akademik notlara, diplomalara bakılıp işe alımlar yapılıyordu. Ama şirket beklenen performansı gösteremiyordu. Google 2015 yılında bu işe alım yöntemini terk etti.
Günümüzde Google ve Google gibi gibi büyük şirketler eskisi gibi diplomaya, akademik başarıya bakmıyor.
Zihinsel yeteneklerin tek boyutlu değerlendirilmesi yanlıştır.
Shoda, insan kişiliğine analitik ve sistemli biçimde yaklaştı.
Davranış, özellik veya durum tarafından belirlenmez, ikisinin benzersiz etkileşiminden doğar. Bir kişiye doğrudan dürüst veya sahtekâr denemez. Kişi bir konuda dürüst olurken başka bir konuda sahtekâr olabilir. Dürüstlük bağlamsaldır. Kişilik ortamdan ortama, kişiden kişiye değişebilir.
“Bağlam prensibi, kendimizi ve başkalarını hayatımızın büyük bir kısmında kişilik hakkında bize öğretilenlere aykırı şekilde düşünmeye zorlar.” (s. 124)
“Dışadönük biriyiz ya da en azından partilerde dışadönük biri oluruz. Öte yandan iş yerinde içedönük olduğumuzu düşünebiliriz çünkü beynimiz iş arkadaşlarımızın yanında genellikle ılımlı davrandığımızı hatırlar. Kişiliğimizin istikrarlı ve değişmez olduğunu hissetmemizin nedeni, belirli bir bağlamda istikrarlı ce değişmez olmasıdır.” (s. 125)
Adolph, bebeklerin bireyselliğine odaklanarak bebeklerin hareketlerinin kendilerine özgü olduğu sonucuna ulaşmıştır.
“Normatif düşünme -normal tek bir yolun var olduğu inancı- sadece çocuk gelişiminde değil birçok alanda bilim insanlarını yanıltmaktadır.” (s. 133)
Hızlı veya yavaş öğrenme diye bir şey yoktur. Öğrencilerin sabit bir hızla öğrenmelerini beklemek yanlıştır.
“Peki ya Thorndike haksızsa? Hız ve öğrenme yeteneği ilişkili değilse bu hiç de adil olmayan bir eğitim sistemi kurduğumuz anlamına gelir: Hızlı olan öğrencileri kayıran ve zeki olmasına karşın daha yavaş öğrenen öğrencileri cezalandıran bir sistem. Hız ile öğrenme yeteneğinin ilişkili olmadığını bilseydik umuyorum ki öğrencilere yeni materyalleri öğrenmek ve ödevlerle testleri tamamlamak için ihtiyaç duydukları kadar çok süre tanırdık. Öğrencileri hızlarına göre değil sonuçların niteliğine göre değerlendirirdik. Onları belirli bir süre zarfında tamamlanmak zorunda olan önemli testlerdeki başarılarına göre sıralamazdık.” (s. 136)
ALINTILAR
“Hayatta başarılı olmanın en iyi yolunun, açılmış olan yoldan ilerlemek olduğunu varsayarız. Ancak yollar prensibi, her zaman kendi yolumuzu açtığımızı ve ilerledikçe onu şekillendirdiğimizi söyler; verdiğimiz her karar veya deneyimlediğimiz her olay bizim için olasılıkları değiştirir. Bu, emeklemeyi öğrenmekten, bir pazarlama kampanyası düzenlemeye kadar her şeyde geçerlidir.” (s. 144)
“İstediğimiz hedefe giden milyonlarca yol olduğunu söylemiyorum. Her zaman için birden fazla yolun olacağını ve sizin için en uygun yolun büyük olasılıkla en az kullanılan yol olacağını söylüyorum. Cesur olun; yeni yolları ve keşfedilmemiş yönleri deneyin. Bunların sizi başarıya ulaştırma olasılığı, ortalama yolu takip etmeye oranla çok daha yüksektir.” (s. 147)
“Bireylere yatırım yapmayı seçerseniz o bireyler sadık, azimli ve tutkulu olur. En ortalamacı endüstrilerde bile şirketlerin bilançolarında kazançlı çıkmasına katkıda bulunan ilgili ve üretken çalışanlarınızın olması mümkündür. Ortalamayı esas aldığınızda bu olanaksızdır.” (s. 167)
“Ortalama kişi yoksa ortalama olarak eşit fırsat da yoktur. Fırsat eşitliğini yalnızca eşit uygunluk yaratır.” (s. 189)
“Müfredat konularının yaş ve sınıfa göre değil bireysel yetenek ve hıza göre belirlenmesini ve değerlendirmelerin öğrencileri sıralamak yerine bireysel öğrenim ve gelişimi ölçmek için tasarlanmasını isteyebiliriz.” (s. 190)
“İnsanlar hakkında önemli bir gerçeği ve bireyselliğin ilk prensibini ortaya koyar: dalgınlık prensibi. Bu prensip, karmaşık ve dalgalı bir şeyi anlamak için tek boyutlu düşünmeyi uygulamayacağımızı anlatır.” (s. 90)
“Kendi dalgalı profilimizin farkına vardıktan sonra neleri yapabileceğimizi sınırlandıran tek boyutlu yetenek anlayışlarının tuzağına düşme olasılığımız azalır.” (s. 105)
“Kendi dalgalı profillerimizin farkına varmak, bütün potansiyelimizi anlamanın ve ne olmamız gerektiğine ilişkin ortalamaya dayalı keyfi bildirimler tarafından hapsedilmeyi reddetmenin ilk adımıdır.” (s. 105)
“Khan Akademisi, kendi web sitesindeki ifadelerle her yerde, herkese, ücretsiz, birinci sınıf eğitim sunan, kâr amacı gütmeyen bir eğitim organizasyonudur.” (s. 138)
“Khan Akademisi her öğrencinin ilerlemesiyle ilgili verileri kaydettiği için modülleri kullanan öğrencilerin bireysel öğrenme yolunu izlemek mümkündür.” (s. 138)
KAYNAK: ROSE, Todd (Kasım 2021). Ortalamanın Sonu. İstanbul: Paloma Yayınevi. 4. Basım. (Çeviren: Tufan GÖBEKÇİN)
Görsel: Todd ROSE - Bağlantı