ÖZET
Yazar kitabın başında düş kurmayan, düş görmeyen insanların bu kitabı anlayamayacağından veya anlamakta güçlük çekeceğinden bahseder.
Kahramanımız diz boyu kar olan bir dağın tepesinde kendine gelir. Teknesi dağdaki kayalıklara çarpmıştır. Kendisini kazazede bir denizci olarak tanımlar. Belki bir çiçek veya taş olduğunu, tılsımcının onu insana dönüştürdüğünü düşünür.
“Yaşamak, yaşamayı sürdürebilmek için kişiliğini bulmak zorundasın.” (s. 26)
Kazazede yaşamını sürdürmek için kişiliğini hatırlamaya veya yeniden yaratmaya karar verir çünkü kim olduğunu ve dağın tepesine nasıl geldiğini hatırlamaz. Yakınlardaki bir köyün muhtarı gelir. Köydeki insanlardan farklı bir dil konuştuğunu fark eder. Muhtar kazazedeye köydeki çocuklara kullandığı dili öğretmesini teklif eder. Köyde kazazedeye
Görsel: Everest Yayınları - Bağlantı
bir oda verilir. Kazazede köyde çocuklara dilini, bildiği şeyleri, matematiği, öğretecektir. Yani öğretmenlik yapacaktır. Öğretmenlik mesleğini yapıp yapamayacağını düşünür.
Öğretmenin erkeklerin saçları makasla kırpılmış, kızların saçları bitli, elbiseleri yamalı, tümü çorapsız, kimi kış günü yalınayak, on altısı erkek, beşi kız yirmi bir öğrencisi olur. Tahtaları boyayarak kara tahta, tahtaları birleştirerek sıraları yaparlar.
Öğretmen köyden Hakkâri’ye iner. Büyük bir köy olduğunu düşünür. Hükümet Konağı’na gidip Pir. Köyünün yeni öğretmeni olduğunu söyler, ilköğretim müdürüyle görüşür. Müdürden kalem, defter, kitap gibi materyaller ister. Müdür liste yapmasını ister, öğretmen listeyi yapıp müdüre teslim eder. Müdür ertesi gün gelmesini söyler. Öğretmen köye gidecek arabanın da iki gün sonra hareket edeceğini öğrenince Hakkâri’de kalmaya karar verir. Müdür öğretmene kışlık ihtiyaçları için bakkaldan alışveriş yapmasını tavsiye edip öğretmenlere veresiye veren bir bakkalı tarif eder.
Öğretmen yürüyerek çarşıyı gezmeye başlar. Aşevine girer, yemek yemeye başlar, oradakiler kendisini izlemeye koyulunca yemeğini bitirmeden aşevinden ayrılır.
Dışarı çıkınca yağmur yağdığını fark eder. Dar bir kapının önüne gelir. İçeriye dikkatlice bakınca buranın bir kitapçı dükkânı olduğunu anlar. İçeri girer. Kitapçıyla tanışır. Kitapçı öğretmene kim olduğunu bildiğini söyler. Öğretmen dükkânın şehrin tek kitapçısı olduğunu ve kitapçının Süryani olduğunu öğrenir. Süryani şehirden okuyan insanların gittiğini, okumayan insanların kaldığını söyler. Eskiden dükkânında çok kitap olduğunu, şu an yüz bir tane kitap kaldığını ifade eder. Kitapçı öğretmene işine yarayabileceğini düşündüğü kitaplardan on tane seçip verir. Kitapların parasını almaz, daha sonra vermesini ister. Babasının eskiden taş baskısı bir harita verdiğini, yolu dağ başına düşen bir denizci gelirse vermesi söylediğini aktarıp babasından kalan haritayı öğretmene verir. Bir de üzerinde simgeler olan, tunçtan yapılma tılsım mührü hediye eder. Tılsımı çözebilirse kendisine haber vermesini ister.
Dışarı çıktığında yağmur dinmiştir. Şehre girerken gördüğü hana doğru gider. Handa bir oda boştur. Hana girdiğinde yeni gelen öğretmen olup olmadığını sorarlar. Odasına yerleşir. Valinin gönderdiği görevli valinin öğretmenle görüşmek istediğini söyleyip öğretmeni valinin yanına götürür.
Vali öğretmene hakkında olumlu-olumsuz şeyler duyduğunu iletir. Öğretmeni uyarır. İhtiyaçlarını sorar. Öğretmen kitap, defter, ilaç olduğunu söyler. Vali yarın verileceğini ve bir daha kente geldiğinde yanına uğramadan gitmemesini söyler. Öğretmenin adına gelen mektupları, dergileri verir. Mektupların hepsi açılmıştır.
Mektuplardan biri başka bir kazazededen gelmiştir. Mektupta öğretmenin Hakkari’ye sürüldüğünü (?) öğrenince mektup yazmak istediğinden bahseder. Yabancı dilde yazılan ve sevgilim diye hitap edilen başka bir mektup daha vardır. Öğretmen bu kadının kim olduğunu bilmez, hatırlayamaz. Aralarında yedi bin kilometre olduğundan ama hâlâ onu sevdiğinden bahseder mektupta. Öğretmen, valinin mektupları değiştirmiş olabileceğini düşünür çünkü mektupları yazanlara dair hiçbir şey hatırlayamaz.
Sabah handan çıkıp berbere gider. Aynadan kendisini uzun uzun inceler. Yüzünü ilk defa görür gibidir. Sakal tıraşı olunca yanaklarında çukurluklar olduğunu görür. Çenesinin solunda da bıçak yarası vardır.
Kahvaltısını yapıp ilköğretim müdürlüğüne gider. Müdür makamında yoktur. Bakkala gidip kışı geçirmek için gerekli yiyecekleri, okul için lazım olan şeyleri, kendisine lazım olacak gereçleri alır. Maaşından borcunun düşmesi için bir kâğıt imzalayıp müdürlüğe götürür. Köye dönmek için bir kamyon bulur. Kitapçının verdiği kitapları, bakkaldan aldığı şeyleri ve müdürlüğün verdiği kitapları kamyona yükleyip yola çıkar.
Kamyondan köye yakın jandarma karakolunun önünde iner. Muhtarın katırına yüklerini yükler, muhtarın atına biner. Köye doğru yola koyulur.
Köye vardığında muhtar karşılar öğretmeni. Seyit’in çocuğunun ölmek üzere olduğunu söyler. İlaçları alıp birlikte Seyit’in evine giderler. Çocuk ölür. Öğretmen bebeğin annesiyle birlikte ağlar. Sabah çocuk defnedilir, dualar edil
Çocuklar sınıfa doluşur. Öğretmenle birlikte dışarı çıkıp Türk bayrağını göğe çekerler, İstiklal Marşı’nı okuyup içeri geçerler. Öğretmen kitapları, defterleri, kalemleri ve silgileri dağıtır.
“Yazdığınız hiçbir şeyi silmeyin, yanlış da olsa silmeyin, ben de öyle yazıyorum, yanlışlarımın üstünü çizmeden yazıyorum. İlerde bir gün, kendi yanlışımı, yaptığım yanlışı görmek için. Günü geldiğinde düzeltmek için.” (s. 84)
Öğretmen çocuklardan öğrenmeleri beklenen, öğretmenin konuştuğu dilden bildikleri kelimeleri yazmalarını ister. Birinci sınıf öğrencilerine de resim yaptırır.
Öğretmen dersten sonra yirmi bir tane defteri önüne alıp inceler. Ortak bir dil çıkarmaya çalışır. Çocukların bildikleri kelimelerden yola çıkarak dili öğretmeyi hedefler. Sözcükleri birleştirince toplamda elli sözcük eder. Ertesi gün derste bildikleri kelimelerden cümleler oluşturmasını ister. Cümlenin ne olduğunu anlatması biraz uzun sürer.
Halit, öğretmenin odasına gelir. Şehirde öğretmene teslim etmesi için üç mektup vermişlerdir, Halit mektupları verir. Muhtarın ikinci karısı Zazi’nin abisi olduğunu söyler. Halit’ten sonra Seyit gelir. Ölen bebeğiyle ilgilendiği için, gözyaşı döktüğü için teşekkür eder.
Öğretmen Halit ve Seyit gittikten sonra mektupları okumaya başlar. Uzun yıllar denizcilikle uğraştığını öğrenir. Sevgilim diye hitap eden kadından yeni bir mektup da gelmiştir.
Mektupları okuduktan sonra seyir defteri yazmaya karar verir. Hakkâri kentinden, Pir. Köyünden bahseder. Kitapçının verdiği haritayı inceler. Harita olmadığını, üzerinde bir labirent olduğunu anlar. Güneyinde kara bir ok vardır.
Seyit’in bebeğinin ölümünden on üç gün sonra bir bebek ölüm haberi daha gelir. Başka bir köyden iki bebek daha ölür. Hepsinin de ölmeden önce karınları, elleri ve ayaklar şişmiştir. Salgın hastalık olduğu ortaya çıkar.
Öğretmenin valiliğe sağlıkçılar gönderilmesi için dilekçe yazar. Muhtar dilekçeyi Ramazan’a verir. Ramazan dilekçeyi valiye ulaştırmak için yola çıkar. Ramazan dönmeden üç bebek daha aynı şekilde ölür.
Ramazan birkaç gün sonra döner. Valinin yanına giremediğini ama dilekçeyi oradaki bir görevliye teslim ettiğini söyler.
On günde on yedi çocuk öldüğünden öğretmen biri valiliğe, diğeri Ankara’ya Sağlık Bakanlığına iki dilekçe daha yazar. Muhtarın gidip teslim etmesini ister. Muhtar dört gün sonra döner. Getirdiği kâğıtta yolların açıldığında sağlık ekiplerinin geleceği yazılıdır. Karlar eriyip yollar açılana kadar ölecek bebek kalmaz. Gelen sağlıkçılar sınıftaki çocukları aşılayıp gider.
Halit öğretmenin yanına gelir. Köyün karşısındaki tepeye taştan, iki katlı bir ev yaptırdığından, iki Acem’in öldürüldüğü bir davada cinayet zanlısı olarak hapse girip çıktığından bahseder. Öğretmen cinayeti incelemeye başlar. Halit yanındakinin öldürdüğünü söyler ama yanındakinin kim olduğunu söylemez. Acemlerin heybelerini öldürenin aldığını söyler. Ardından öğretmenin sorularına daha fazla dayanamayıp ağasının emriyle çok adam öldürdüğünü itiraf eder.
Bazı akşamlarda köylüler toplanıp öğretmene çay içmeye gelir. Öğretmen bilgiler öğretir, hastalıklardan konuşulur; öğretmen dilekçe ihtiyacı olanlara dilekçe, mektup yazdırmak isteyenlere mektup yazar.
Havalar ısınır, karlar erir, yollar açılır. Öğretmen kente iner. Süryani kitapçının dükkânı kapalıdır. Berbere nerede olduğunu sorar. Berber, gençlerin dükkânı basıp tüm kitapları yaktığını, kitapçının da ailesini alıp şehri terk ettiğini ve nereye taşındığını bilmediğini söyler.
Valinin öğretmenin kente geldiğinden yine haberi olur, öğretmenle görüşmek ister, davet için görevli gönderir. Öğretmen gittiğinde valiyle arasında dilekçe yazıp gönderdiği için tartışma çıkar.
Öğretmen köye geldiğinden beri gelen mektupların hiçbirine cevap yazmamıştır. Yılbaşı gecesinde gelen mektupların hepsine dağda çıldırmamak için toplu cevap verir.
Köye müfettiş gelir. Muhtarla görüşür. Öğretmen hakkında olumlu dönütler alır. Öğretmenin yanına memnun gelir. Bir sonraki hafta okulu kapatıp gidebileceğini, öğretmeni alıkoyan zorunlulukların bittiğini söyler. Öğretmen nereye gideceğini bilemez. Son derste öğrencileriyle geziye çıkar.
Öğretmen sabah muhtarın katırına yüklerini yükler. Muhtarın atına biner köyden ayrılır. Halit gelir. Atın yularını tutar, bir yere doğru yol almaya başlarlar. Bir uçurumun kenarına gelirler. Dürbünle öğretmene bir yeri gösterir. Öğretmen Halit’in gösterdiği yere bakınca bir tekne olduğunu görür. Öğretmen köye geldiğinde o tekneyi bulduklarından, onun teknesi olduğuna inandıklarını, tamir ettiklerini ve şimdiye kadar sahiplenen olmadığını anlatır. Katırdaki yükleri tekneye aktarırlar. Öğretmen tekneyle yeni yolculuğuna başlar.
ALINTILAR
“Köye doğru inerken yavaş yavaş kendimi buldum. (Herkes kendine gelmek der, biliyorum, bense kendimi buluyordum. Yitirdiğim kendimi, zaman zaman yitirdiğim, zaman zaman bulduğum)” (s. 82)
“Burda hayat bu, dedi. Burda hayat bu. Çaresiz.” (s. 83)
“Yolcu bir gün yolunu yitirirsen, artık eski yolunu bulmaya çalışma, yeni bir yol ara kendine.” (s. 103)
“Mutluluk soruların bittiği yerde başlıyor olmalı. Öyle mi?” (s. 111)
“Açarsın pencereni, bakarsın, karşı tepeden yükseliyor güneş. Al ışınları karların üzerinde yansımakta. Bir gün daha başlıyor, dersin. Gece bitti, dersin. Uykusuz, uykulu, düşsüz, korkulu düşlerle bir gece daha bitti, dersin. Sancılarla dolu bir gece daha bitti ya gene sabah oldu ya dersin. Çok şükür gene sabah oldu, dersin.” (s. 145)
“İnsanoğlu kendine yetmesini bilseydi önemli bir sorunu çözümlemiş olurdu.” (s. 157)
“Bin kez ölen de var. Bin kez gömülmese de.” (s. 163)
“-Niçin bu kadar yalan konuşuyorsun? -Yalana inanmak daha kolaydır da onun için. -Düşlere inanmak da öyle, ne dersin Halit?” (s. 187)
“Bu ne biçim töre ki, hak yok, hukuk yok; sevgi yok, saygı yok; yaşanan günler yok, yalnız yumruk var, yalnız horlanma var.” (s. 198)
“Sevgilisini boş yere bekleyen bir erkek için gece bitmek bilmez; gündüzleri çalışan işçi için bir gün kısa bir süre değildir; sert bir ananın kolları arasında yaşayan genç bir kız için bir yıl yüzyıl gibidir; isteklerimi, umutlarımı geciktiren her an bana dayanılmaz bir uzunlukta gelir.” (s. 200)
“Hocam ben bu dünyanın adaletinden korkmasam da Tanrı’dan korkarım. Günahların kefaretini ödeyeceğimi bilirim. Günahsız yaşanmaz bilirim, kim var günahsız yaşayan söylesene?” (s. 206)
“Ben kötü şeylere inanmam. Ben doğrulara inanırım. Ben iyi sözlere inanırım.” (s. 207)
“Çıktıktan sonra da dönüp kapamadım kapıyı. Açtığım kapıyı bir kez de başkaları kapasın, dedim içimden.” (s. 224)
“Bana sorarsan insanın içyüzü, dış yüzüne yansır. Hem, benim ne olup olmadığımın kararını bana bırakın.” (s. 228)
“Gerçek sorular, karşılıkları olmayan, belki karşılıkları beklenmeyen sorular değil midir? Yani insanın kendi kendine sorduğu sorular.” (s. 231)
“Bazı gerçeklerin bazı gerçekleri unutturduğunu gördüm burda.” (s237)
SÖZLÜK
Mahfel: Toplantı yeri, toplanmış kimseler
Zahire dükkânı: tahıl saklanan, tahıl ticareti yapılan yer
Perdah: Sakal tıraşından hemen sonra ve genellikle tersine yapılan ikinci tıraş
Rahvan yürüyüş: Dörtnaldan daha yavaş, ayaklarını hafifçe iki yana açarak ve sallayarak yaptığı, biniciyi sarsmayan at yürüyüşü şekli
Handiyse: Az kalsın, neredeyse, hemen hemen, yakın zamanda, şu sıralarda
Hedik: Sıcak sıcak yenmek üzere kaynatılmış buğday, fedik
Erinç: Hiçbir üzüntüsü, sıkıntısı, hiçbir eksiği, hiçbir acısı ve tasası bulunmama durumu
Heybe: İçine öteberi koymaya yarayan, genellikle kıldan, pamuk ipliğinden ya da yünden dokunmuş, birbirine kendinden bir parçayla bitişik iki gözü bulunan bir tür torba
KAYNAK:
EDGÜ, Ferit (Temmuz 2023): Hakkâri'de Bir Mevsim. İstanbul: Everest Yayınları. 8. Basım
Görsel: Ferit Edgü - Bağlantı