DNA ya da deoksiribonükleik asit, canlı organizmaların hemen hemen tamamında bulunan kalıtsal materyali temsil eder. İnsan vücudundaki hücrelerin neredeyse tamamı aynı DNA'ya sahiptir. Genellikle hücre çekirdeğinde bulunan DNA'ya nükleer DNA denir; ancak mitokondride de az miktarda DNA bulunabilir. Mitokondriler, hücre içinde enerji dönüşümünü gerçekleştiren yapılar olarak bilinir.
DNA, adenin (A), guanin (G), sitozin (C) ve timin (T) adlı dört kimyasal bazın bir kombinasyonu olarak depolanan bir bilgi kodunu içerir. İnsan DNA'sı yaklaşık olarak 3 milyar baz çiftinden oluşur ve bu bazların yüzde 99'unun tüm insanlarda aynı olduğu bilinmektedir. Baz sıralaması, bir organizmanın gelişimi ve işlevselliği için kritik bilgiler içerir; adeta alfabe harflerinin belirli bir sırayla kelimeleri ve cümleleri oluşturması gibi.
DNA bazları, adenin ile timin ve guanin ile sitozin arasında oluşan baz çiftleri şeklinde eşleşir. Her bir baz aynı zamanda şeker ve fosfat moleküllerine bağlanır. Bu üç bileşen bir araya geldiğinde nükleotid adını alır. Nükleotidler, çift sarmal adı verilen bir yapıda düzenlenmiştir; bu yapı, iki uzun şeritten oluşan ve birbirine sarılmış bir merdiveni andırır.
DNA'nın önemli bir özelliği, kendini kopyalayabilme yeteneğidir. Çift sarmaldaki her iplik, kopyalama işlemi sırasında bir şablon görevi görür. Bu özellik, hücre bölünmesi sırasında her yeni hücrenin, öncekilerde bulunan DNA'nın tam bir replikasına sahip olmasını sağlar.[1]
DNA’nın Keşfi
İsviçreli biyokimyacı Frederick Miescher, DNA'yı ilk kez 1800'lerin sonlarında gözlemledi; ancak, bu önemli keşfin biyoloji açısından merkezi önemini ve molekülün yapısını çözmeyi sağlayacak anlayışı kazanmak için neredeyse bir yüzyıl geçmesi gerekti. Bu süre zarfında, bilim dünyası hangi molekülün biyolojik talimatları taşıdığı konusunda uzun yıllar süren bir tartışma içindeydi. DNA'nın basit bir molekül olduğu ve kritik bir rol oynayamayacağı düşüncesi hakimdi. Çoğu bilim insanı, proteinlerin daha karmaşık olmaları ve daha geniş bir form çeşitliliğine sahip olmaları nedeniyle bu önemli işlevi daha iyi yerine getirebileceklerini savunuyordu.
DNA'nın önemi, 1953'te James Watson, Francis Crick, Maurice Wilkins ve Rosalind Franklin'in çalışmalarıyla aydınlandı. Bu bilim insanları, X-ışını kırınım modellerini ve yapı modellerini inceleyerek, DNA'nın çift sarmal yapısını keşfettiler. Bu çift sarmal yapı, biyolojik bilgiyi bir nesilden diğerine aktaran kritik bir mekanizmayı temsil eder.
Bu keşif, DNA'nın evrim ve genetik miras üzerindeki belirleyici rolünü anlamamıza ve modern biyolojideki temel taşlarından biri olarak kabul edilmesine olanak tanıdı.[2]
Kaynak
Medline Plus. "What is DNA?" Medline Plus - What is DNA?
National Human Genome Research Institute. "Deoxyribonucleic Acid (DNA) Fact Sheet." National Human Genome Research Institute - Deoxyribonucleic Acid (DNA) Fact Sheet