top of page
Yazarın fotoğrafıTuran Akbulut

"Bir Bilim Adamının Romanı" Kitap Özeti, Alıntıları

Güncelleme tarihi: 4 Tem


Bir Bilim Adamının Romanı" Kitap Özeti, Alıntıları:


Taşradan gelen uzun boylu, esmer genç Ankara Fen Fakültesine gider. TÜBİTAK ödülleri dağıtıldığından kalabalık vardır. Genç orta yaşlı adamla konuşmaya başlar. O sırada cumhurbaşkanı ödülleri vermek için gelir. Orta yaşlı adam Mustafa İnan’dan bahsetmeye başlar. İnan’ın dört yıl önce öldüğünü, bugün onun da ödül alacağını söyler. Cumhurbaşkanı Mustafa İnan’ın eşi Jale Hanım’a ödülü verir. Genç, orta yaşlı adamın profesör olduğunu öğrenir.

 

Profesör, gençle bahçeye çıkar. Profesörün elinde İnan’la ilgili birçok not, yazı, makale vardır. İnan’ın hayatını anlatmaya başlar:

 



Görsel: İletişim Yayınları - Bağlantı

Mustafa İnan, 1911’de Hüseyin Avni Bey ve Rabia Hanım’ın çocukları olarak dünyaya gelir. Çift on üç yıllık evliliğinde altı çocuk kaybettiğinden dolayı İnan için doğum hazırlığı yapmaz. İnan komşuların hediye getirdikleriyle kundaklanır.

 

“Profesör durdu. Ne oldu, dedi genç adam. Mustafa’yı düşündüm de onun konuları nasıl ilgi çekici bir biçimde sunduğu aklıma geldi. Şimdi bu anlattıklarımı dinleseydi hiç beğenmezdi herhalde.” (s.20)



Mustafa İnan’ın soyu Malatya’nın Hacı Müminler ailesine dayanır. İnan’ın babası Hüseyin Avni Bey Adana’ya yerleşir, askerlikten sonra da Malatya’ya dönmez. Ömrü geçim sıkıntısıyla geçer. Hafız Bekir’in kızı Rabia Hanım’la evlenir. Hüseyin Bey seyyar posta memurluğu yapar ve ömrü trenlerin posta vagonlarında geçer. İnan doğduğunda Emine ve Zübeyde adında iki kızları vardır. İnan’dan sonra da Güzide dünyaya gelir. İnan küçüklüğünde babasının aldığı oyuncaklardan kendine göre makineler yapar. Basit fizik oyunları oynar.

 

İnan, dört yaşında Adana’da evlerinin damından düşer. Annesi çamaşırlarla uğraştığından fark etmez.

 

“Peki iyileşebildi mi Mustafa İnan? dedi. Profesör mahzunlaştı. Kim bilir? Belki de ömrü boyunca bu sarsıntının izlerini taşımıştır. Belki de sık sık hastalanması, zayıf bünyeli olması, hemen yorulması bu yüzdendi. Belki de bu yüzden tam sağlıklı bir adam olamamıştı.” (s.25)

 

İnan mahalle mektebine başladığında annesi hocaya dil döker, İnan’ı dövmemesini ve falakaya yatırmamasını ister. Hoca anlayışla karşılar.

 

1914’te İnan üç yaşındayken I. Dünya Savaşı başlar. 1918’de İnan yedi yaşındayken Sevr’in imzalanmasıyla Fransızlar Adana’yı işgal eder. İnan savaşın acısıyla ve yokluğuyla büyür. Bu durumlar onun durgun ve ağırbaşlı olmasına sebep olur.

 

“Yeni elbise alınınca da pek sevinmezdi Mustafa ağabeyim. Gösterişi sevmezdi. Takım elbise alınınca bir süre giymekten çekinirmiş; sonrasında da ceketi, pantolonu ayrı ayrı giyermiş.” (s.27)

 

İnan, babası sürekli yollarda olduğundan dolayı babasını çok az görerek büyür. Baba özlemini hep yaşar. İnan’ın erkek kardeşi Mehmet doğduğunda babaları yine yoldadır ve savaş zamanıdır. -Mehmet de ileride profesör olur.-

 


“Ne diyor Fuzuli? Dost aldırışsız, felek acımasız, devir kararsız / Dert çok, dert ortağı yok, düşman zorlu, talih güçsüz diyor.” (s.29)

 

Savaştan kaçış hazırlıkları yapılır evde. Mustafa İnan, annesi Rabia, kardeşleri Zübeyde, Güzide, Mehmet yola çıkarlar. Öküz arabası ardından da tren yolculuğuyla Konya’ya Hüseyin Avni’nin yanına giderler. İki buçuk yıl Konya’da kalırlar. İnan, orada kardeşleriyle mektebe gider. Konya’yı çok sever. Camileri gezer, Farsça vaazlar dinler. Konya’nın mistik etkisini bütün hayatı boyunca hisseder. Mevlâna ve Yunus Emre’ye ilgi duyar. Divan edebiyatını sever. Hükümetin düzenlediği sünnet düğünü törenine ailesine haber vermeden adını yazdırır.

 

Kurtuluş Savaşı başlar. İnan, on iki yaşına kadar savaşın korkusuyla ve sıkıntısıyla büyür. Savaş bitince aile Adana’ya döner. İnan babasından sürekli senden adam olmaz, cümlesini duyar. Eve faydası olması için babası onu kuyumcunun yanına çırak verir.

 

İnan’ın eşsiz hocalığı ortaokul yıllarında başlar. Öğrendiği şeyleri basit, anlaşılır ve heyecan uyandıracak şekilde anlatır. İTÜ’de hocalık yaptığı zamanlarda da bu stilini değiştirmez. En karmaşık konuları bile basitçe anlatmayı başarır. Hesaplarını kağıtlara, notlara bakmadan yapar. Elinde notlarla sınıfa girdiği yoktur. Ortaokuldayken defter tutmaz. Hüseyin Avni Bey İnan’ın kitap, defter kullanmadığını gördükçe her seferinde adam olmayacağını söyler. Kuyumcu ustası ise babasına İnan’da zehir gibi kafa olduğunu, okutması gerektiğini söyler. İnan, kitaplar pahalı olduğundan dolayı kitap alamaz. Sabahları çok erken mektebe gidip yatılı öğrenciler kahvaltılarını bitirene kadar onların kitaplarını okur.

 

Ortaokulda riyaziyeci (matematikçi) okula gelmediğinde onun yerine tahtaya kalkıp ders anlatır, problemler çözer.

 


“Her şey aklında kalıyordu. Gerekli olsun olmasın, duyduğu ya da gördüğü bir şeyi hiç unutmuyordu. Bazıları onun boş zamanlarında hiç durmadan bir şeyler okuyup ezberlediğini sanıyordu.” (s.47)

 

“Fuzuli’yi, Bakî’yi, Nedim’i derste hocadan dinlerken ezberlemişti.” (s.47)

 

“Hafızasının kuvvetiyle bütün dersleri sınıfta dinlemekte noksansız öğrenirdi. Hiç kitap almazdı. Tek bir sarı defteri ile kurşun kalemi vardı; onu da matematik problemlerini çözmek için kullanırdı.” (s.48)

 

İnan’ın okuması güzel olduğundan lisede arkadaşları Akbaba dergisini hep İnan’a okutur. Arkadaşları İnan’a Kınca Mustafa, Mustayfendi, Dâhi Mustafa derler ama Riyaziyeci Mustafa lakabı tutar ve en çok bu lakabı kullanırlar.


İnan, on sekiz yaşındayken babası Hüseyin Avni Bey’i kaybeder. O dönemde İstanbul’da akrabalarının yanındadır. Adana’ya döndüğünde babasının öldüğünü öğrenir. Emekli aylığı yetmeyeceği için İnan’ın eve olan sorumluluğu artar.

 

Lisedeyken izcilik yapar. İzcilikten arkadaşları İnan için sözünün eri olduğundan, arkadaşlarına hep yardım ettiğinden, sürekli inatçı bir baş ağrısı çektiğinden bahseder.

 

1931’de arkadaşı Ekrem Beyazıt’a Fen Fakültesine kaydolup öğretmen olmak istediğinden bahseder. Beyazıt, İnan’a o zamanki adıyla Mühendislik Mektebine yeni adıyla İstanbul Teknik Üniversitesine (İTÜ) kaydolması için yalvarır. Üniversitede hoca olabileceğinden, memlekete faydasının dokunabileceğinden bahseder. İnan, ikna olur. Kayıt için İstanbul’a gider. Büyük şehre yabancı olduğundan kayıt sırasında yadırganır. Mektebe giriş sınavında birinci olur.

 

“Genç adam, Herkes neden anlamaz bilime hizmet edebileceğini? diye sordu. Anlar da genellikle işine gelmez. Herkes Mustafa gibi bu çağrıya karşılık vermez.” (s.66)

 


İnan, yüzyıllardır taşranın kendi haline bırakılmasına karşı gelmek ister. Bunu da şivesini ve yerel özelliklerini kaybetmeden yapmak ister. İnan Mühendislik Mektebinde tanınır, herkes İnan’la arkadaş olmak ister. Çoğu kişinin derdiyle ilgilenir. Ders çalıştığını gören yoktur ama herkese ders anlatır. Yakın arkadaşı Şevket Arat İnan için hep kendilerinden önde olduğunu söyler. Divan edebiyatına merakı bu yıllarda da devam eder.

 

Mustafa Salim Bey’in dersini yıl boyunca İnan anlatır. Doğru ve güzel anlattığından dolayı Salim Bey İnan’ı ders anlatırken hiç bölmez. İnan, sınıftakilerin hem arkadaşı hem de hocasıdır. Arkadaşları bir şey sorduğunda dayanamaz hemen anlatmaya başlar. Anlatmaya başlamadan önce soranın neyi eksik, neyi yanlış bildiğini anlamaya çalışır. İnan, üçüncü sınıftayken Profesör Kerim Bey’in doçenti olur.

 

Cumhuriyet kurulduktan sonra değişimler, inkılaplar yaşanır. Harf İnkılabı yapılır. Yeni kelimeler kullanılmaya başlanır. Yeni-eski savaşı uzun süre devam eder. Bu dönemde saçı, sakalı uzun insanlar filozof; tarih, sosyoloji gibi konularda az da olsa bilgisi olanlar bilgin sayılır. Bu bilgin geçinenler çok geçmeden üniversitelere profesör yapılır. Batının gerekli, gereksiz bütün kapıları açılır. İnsanlar her şeye birden saldırıp hepsini birden benimsemeye çalışır. 1930’lu yıllarda her sakallının filozof, her gözlüklünün profesör olmadığı anlaşılmaya başlanır.

 

“1933 yılında Darülfünunun adı Üniversite olarak değiştirilince gene ithal malı bilime ihtiyaç duyuldu: yeni üniversitenin temellerini atmak yabancı hocalara düştü. Bazı meseleler nutuklarla çözümlenemiyordu. Malazgirt hakkında çok şey söylenebilirdi fakat gazların genleşmesi hakkında bir Alparslan Kanunu olmadığı gibi, matematikte de bir Hüsamettin Serisi yoktu.” (s.76)

 

İTÜ’ye İngiliz bir profesör görevlendirilir. Profesörün dikkatini İnan çeker. İnan’a soru sorduğunda İnan hocanın anlattığından daha fazlasını cevaplayınca İngiliz profesör istifasını verir. Sınıf arkadaşı İbrahim Batukan’ın aktardıklarına göre İnan sabahları erkenden kalıp sabah rutinlerini yerine getirdikten sonra sabahın zihin açıklığıyla 1-1,5 saat derslere göz atar.

 

“Öğrendiklerini hemen arkadaşlarına anlattığı için de hafızası bileniyordu.” (s.78)

 


İnan, İTÜ’de öğrenciyken hocalarla yakın arkadaştır. Hafta sonları tiyatroya gider. Almanca ve İngilizce öğrenir. Sınav zamanlarında sorulara bakarak hocalarla öğrenciler arasında arabuluculuk yapar.

 

“Mustafa İnan antika hocaların dünyasına yeni bir hava getirecekti, kendini kabul ettirecekti; çünkü çevresinin hemen ilgisini çekiyordu çünkü sevimliydi. Esprisi de kuvvetliydi; sözcüklerini, tatlı şivesiyle renklendirmesini biliyordu. Üstelik güzel konuşuyordu ve mantığı kuvvetli olduğu için boş konuşmuyordu, her zaman konuşmuyordu, her söze atılmıyordu. İnsanları ve özellikle insanımızı tanıyordu.” (s.86)


İnan, Türkiye’de bilimsel gelenek ve ekol kurmak için çabalar. İTÜ’den diplomasını aldıktan sonra İsviçre’ye gidip doktorasını yapar. Doktorasını tamamladıktan sonra Zürich Üniversitesinde kalması teklif edilir, ısrar edilir, elçilik aracılığıyla baskı yapılır fakat İnan, oranın imkânlarının daha iyi olmasına rağmen kabul etmez ve ülkesine döner. İTÜ’de doktora yaptıran ilk hoca unvanını da ilerleyen zamanda alır.

 

“Orada kalsaydı, İsviçreli hocalarının da inandığı gibi, dünyanın bir iki büyük mekanikçisi arasında yer alabilirdi. Fakat ülkesinin bundan ne yararı olacaktı?” (s.91)

 

“Yurdu terk eden kabiliyetlerden biri olmamak, kendini yurduna, ulusuna, adayan bir kahraman olmak kolay değildi. Sözünün eri olmak her kahramanın harcı değildi bu şartlarda. Onun için Mustafa İnan Biz ziyan olmuş bir nesle mensubuz, diyordu.” (s.94)

 

“1937 mezunları mektebe bir canlılık, bir değişiklik getirmişlerdi. Mühendis Mektebinde yenileşme hareketi onların zamanında başladı. İlk fizik ve kimya laboratuvarı çalışmalarını onlar yaptılar. Yurt dışında ilk doktorayı Mustafa İnan yaptı. Onlar 1938 yılında yedi asistan ve yedi hoca ile bugünkü Teknik Üniversitenin çekirdeğini meydana getiriyorlarmış. Bugün de çoğu aynı üniversiteye hizmet ediyor.” (s.101)

 


O dönemde tüm öğrencilerde geçim sıkıntısı vardır. Kimileri bir şeyler satarak, kimileri de İnan gibi özel ders vererek geçimini sağlar.

 

İnan çocukluğundan beri öğretmenlik yaptığından iyi bir öğretmen olarak ünlenmiştir. Eşi Jale Hanım’ı da bu sayede tanır. Jale Hanım’a matematik dersi vermiştir. Tıbbiyeye yazılan Jale Hanım burs çıkınca Almanya’ya gider. İnan, Jale Hanım’dan hoşlanır fakat bakmakla sorumlu olduğu ailesi aklına geldiğinden hep ikilem yaşar. İnan doktora için İsviçre’ye gidince Almanya’ya geçip Jale Hanım’la buluşur. İstanbul’a geldiklerinde de evlenme teklifi eder, Jale Hanım da kabul eder. İnan’ın Jale Hanım’la evlenmesi İnan’ın kendi ailesiyle problemler yaşamasına neden olur. Annesi evliliğe karşı çıkıp, olacaksa geleneklere olsun der.


Evlilik sonrasında İnan annesinin ve kardeşlerinin kaldığı evden ayrılarak Jale’yle yeni bir eve taşınır. Ama annesine ve kardeşlerine bakmaya devam eder. İki eve baktığından dolayı geçinmekte sıkıntı çeker. Jale Hanım’la birlikte eski eşyalardan evlerini dizerler.

 

İnan’ın eniştesi Nedim İnan’a müteahhitlik yapmayı teklif eder ama İnan bilim aşkından dolayı, ekonomik darlığını görmezden gelerek reddeder.

 

İnan, ev işlerinde eşi Jale Hanım’a pek yardım etmez, çoğu zaman masasında çalışır. Zamanla evin tüm işleri eşine kalır.

 

İnan, düzenli olarak sabahları saat altıda kalkar. Jimnastik yapar, sakal tıraşı olur. Elbiseleri hep ütülü ve temizdir. Çay bardağı önceden ısıtılmış olmalıdır. Okula yürüyerek gidip gelir. Yolda yürürken anlatacağı dersi düşünür.

 


Mustafa ve Jale İnan’ın çocukları dünyaya gelir. Mustafa İnan, babasının adı Hüseyin’i oğluna koyar. Özel kliniğe paraları yetmeyeceği için Jale Hanım doğumunu devlet hastanesinde yapar. Çocukları hastanedeki diğer çocuklarla karışacak diye çok korkarlar. Hüseyin’e karyola alacak paraları olmadığı için Hüseyin’i sepete yatırırlar. Karısını hastaneden çıkarmak için parası eksik kalan İnan, Profesör Salih Murat Uzdilek’ten borç alarak karısını hastaneden çıkarır.

 

İnan, matematik derslerini bilim seviyesine çıkarmak ister. Bunu yaparken de İTÜ’deki diğer hocaların kendisine cephe almasını istemez. Kendi derslerinde matematik de anlatmaya başlar.

 

“İnsanların öğrenmeye ihtiyacı vardı ve Mustafa Hoca’da mülkiyet duygusu hiçbir alanda gelişmemişti, bildiklerine yalnız kendisi sahip olmak gibi bir hırsla yanıp tutuşmuyordu. Onun bu huyunu hemen anladılar. Herkes hocanın konferanslarına, seminerlerine koşmaya başladı. Hemen her doktora yapan asistan, başı sıkışınca hocanın yardımına başvururdu.” (s.128)

 

İnan, mekaniği ülkemizde ilerleten birisidir. Mekanik Batı’da uzun yıllardır biliniyordu halbuki.

 

İnan cemiyetlere girmekten pek hoşlanmaz. Avrupa’da katıldığı bir konferansta neden dans etmediği sorulduğunda oraya dans etmeye gitmediğini ifade eder.

 

“Ben ondan bir yaş büyüktüm, diyor Cahit Arf; Fakat Mühendis Mektebinin daha üçüncü sınıfında Kerim Bey’in doçenti olan Mustafa benden olgundu.” (s.136)

 

İnan, tartışmayı sevmez. İnsanlar sürekli ondan bir şeyler öğrenmek istediğinden hep tek taraflı konuşmak ister. Derslerde gürültü edenlere, başka işlerle uğraşanlara kızar. Seminerlere katıldığında da müdahil olur, bir şeyler anlatır.

 

İnan, yorgun görünmeye başlar. Öğrencileri akşamları çok içtiğini, geçim sıkıntısından böyle göründüğünü, çok bilgili olduğundan yorulduğunu düşünür.



İnan geçim sıkıntısını aşmak için bilirkişilik yapmaya da başlar. Mahkemelerde koşturup durur.

 

Mühendislik Mektebini bitireli yedi yıl olur ve otuz üç yaşında profesörlüğe yükselir. Bu kadar tempolu çalışmanın yorgunluğu üzerinde etkisi vardır. Jale Hanım çok sigara içtiğini ve çok çok öksürdüğünü ifade eder. Jale Hanım doğum yaptığında İnan’ı da muayene ettirmiştir, İnan’ın sigaradan dolayı bütün bronşlarının tıkandığı açığa çıkmıştır. Jale Hanım sigarayı bırakması için çok ısrar etmiştir fakat Mustafa İnan bırakamamıştır.

 

İnan, küçük hastalıkları büyütüp moralini bozan bir yapıya sahiptir. Bazı akşamlar eve geldiğinde koltuğa yatıp çok hasta olduğunu söyleyip Jale Hanım’ı telaşlandırır.  

 

“Çok ağrı çektim, çok parasızlık çektim ve hiç hâlimden şikâyetçi olmadım. Güçsüzlüğüm yüzünden hiç spor yapamadım ve kendimi bildim bileli para sıkıntısı çektiğim için ve kendimi bildim bileli onun bunun derdine koşmakla, onu bunu çalıştırmakla uğraştığım için, belki de bilimle gönlümle uğraşamadım. Size kalırsa çok büyük işler yaptım. Bana kalırsa memleketim için daha neler yapabilirdim.” (s.145)

 

1945 yılında kırk üç yaşındayken İTÜ İnşaat Fakültesi Dekanlığına seçilir. Resmi toplantılara ve davetlere yoğun olarak katılmaya başlar. Toplantılarda da çokça dinlenir. 

 

İnan, alakadar olduğu her şeyi derinlemesine düşünür. Sadece mühendislik konularında değil hayatın sıradan olaylarını da derinlemesine düşünür. Kelimelerle, kelimelerin kökenleriyle ilgilenmeyi sever. Bir defterinde beş yüz kadar Türkçe sözcüğün nereden geldiğini yazmıştır. Güzel voleybol oynar. Alkol aldıktan sonra şiir okuyup edebiyattan bahsetmeyi sever.

 

Dekanlıktan ayrıldığında öğrenciler üzülür. Çünkü İnan öğrencilerini hep güler yüzle karşılaşmıştır, dertlerini dinlemiştir. Dekanlığın ardından İTÜ rektörü olur. Dekanlık döneminde de rektörlük döneminde de makaleler yazamaz, bilimle istediği derecede içli dışlı olamaz. Makamları bilimsel çalışmalarının önünde engel olur. Rektörlükten ayrıldıktan sonra beş yıl içinde on bir makale yazar.

 


İnan’a Teknik Öğretim Müsteşarı olması teklif edilir fakat İnan bilimle uğraşmak istediğini söyleyip reddeder.  Cemal Gürsel, Bayındırlık Bakanı olmasını teklif eder ama bu teklifi de reddeder.

 

“Mustafa da Teknik, Mekanik ve Genel Mukavemet Kürsüsü’nde, yirmi üç başkanlık etmişti; 1944 yılından ölümüne kadar bu kürsünün başındaydı. Bütün hayatı boyunca Mekanik ile, yani dış kuvvetlerin etkisiyle hareket eden cisimlerin başına gelenlerle uğraşmıştı. Mukavemet ile yani şekil değiştiren hareketsiz cisimler mekaniği ile uğraşmıştı.” (s.190)

 

Cisimlerin Mukavemeti adlı kitabı vardır. İTÜ’de yirmi beş yıldan fazla verdiği derslerin ve notlarının tecrübesine dayanarak yazmıştır.

 

“Kitap Mustafa İnan’ın ilim nakilciliği ya da ithal malı ilim yerine telif ilim getirme çabasının elle tutulur bir örneğiydi.” (s.211)

 

İnan, TÜBİTAK’ın ortaya çıkmasında etkili olur. TÜBİTAK’ın yönetim kurulunda bulunur. Başkanlığına ölümünden dört ay önce geçer fakat bu görevi yerine getirecek gücü kalmamıştır.  

 

“Bence, dedi profesör, Mustafa önemli makalelerinden birini yazmaya fırsat bulamadı: İlim ve İrade. Çünkü bütün hayatı bu alanda gösterdiği çabalarla doludur.” (s.220)

 

İnan hayatı boyunca hoşgörüden hiç ayrılmaz. Öğrencilerine kızarken bile siz diye hitap etmiştir. 

 

İnan ölümüne bir ay kala bile derslerine devam eder. Ama kendisini çok yorgun hisseder, son zamanlarda gözleri kendiliğinden kapanmaya başlar.

 

İnan son yıllarında bir ev sahibi olmayı istemeye başlar. Jale Hanım’ın cesaretlendirmesiyle Ortaköy’de bir apartmanın yapımına katılır. Ama ödemelerin bir türlü sonu gelmez. Ustalar İnan’ı kullanır, İnan bezer, en sonunda da inşaatı yarıda bıraktırır. Jale Hanım’ın ustalarla konuşmasıyla inşaat tamamlanır. Ev tamamlanınca İnan ailesi yeni evlerine taşınır. İnan, yeni evine taşındığı kış hastalanır. Ateşi yükselir ama düşmez.  İnan iyileşir gibi olunca İTÜ’ye gider, tekrar kötü olur ve yatmaya devam eder. Tahlillerinde lökositinin sürekli arttığı tespit edilir. Lösemi olabileceği söylenir. Doktorları yurt dışına gitmesini tavsiye eder fakat İnan bizim de doktorlarımız var diyerek reddeder.

 

İnan, hasta olmasına rağmen yeni kitabının basılması için çalışmalarına devam eder. Jale Hanım endişelendiği için İTÜ rektörü Bedri Karafakioğlu’yla görüşür. İkisi birlikte yurt dışında tedavi için İnan’ı ikna eder.

 


Mustafa ve Jale İnan Almanya Freiburg’a gider, hastaneye yerleşir. Tahliller, testler yapılır. Hastanede sıkılınca kitaplarla vakit geçirmeye başlar. Doktorların tavsiyesiyle köy gezisine çıkar. Bu köy gezileri de İnan’ın son gezisi olur. Gezide rahatsızlanır, hastaneye dönerler, bir daha hastaneden çıkamaz. Hayali yurda dönüp Mukavemet’in ikinci cildini çıkarmaktır ama çok hastadır. Gece ateşi kırk derecenin üzerine çıkar. Sayıklamaya başlar. Doktorlar ateşi düşüremez. İnan, artık kıpırdayamaz, kitaplara bakamaz. Bir apse fark edilir ameliyatla alınır ama ateşi yine düşmez. İnan’ın acılarını dindirmek için morfin yapılmaya başlanır.

 

“Jale, dedi hoca; anlamıyorlar, nazlanıyorum sanıyorlar. Oysa hiçbir şey istemiyor içim. Masanın üzerinde duran viskiye baktı, birden bardağı itti. Bunun da tadı kalmadı. Çok sevdiği içkiyi de bir daha içemedi Mustafa İnan.” (s.248)

 

“Aynı gece ateşi durmadan yükseliyordu. Gece yarısına doğru karısına uyku ilacımı verin artık, dedi; hemen uyuyacağım çok halsizim. Uyku ilacımı verdiler ve hemen uyudu. Tarih 5 Ağustos 1967; vakit gece yarısını geçiyordu. Mustafa İnan bir daha uyanamadı: Sabaha karşı sat dört buçukta ölmüştü.” (s.248)

 

İnan, çok sevdiği ülkesinden uzakta ölür. Ölümden sonra hastanede Jale Hanım’ın önüne faturalar getirilir. Cenaze buzhaneye kaldırılacakken Jale Hanım itiraz eder, inançları doğrultusunda yıkanması gerektiğini söyler. Hoca bulunup getirilemez. Konsoloslukla temaslar da işe yaramaz. Hüseyin, babası Mustafa İnan’ı hastanenin ameliyathanesinde yıkar. Jale Hanım çarşıya gidip kefen yerine geçebilecek bir bez alıp gelir. Hastane borçları için Türkiye’yle temasa geçer. Türkiye’den talimat gelir ve konsolosluk hastane borçlarını öder. Mustafa İnan elli yaşını dolduramadan ölmüştür. Cenazesinin yurda getirilmesi üç gün sürer. Türkiye’ye getirilince Ortaköy’deki evine götürülür 8 Ağustos’ta. 10 Ağustos’ta İTÜ’de çok büyük bir kalabalıkla tören düzenlenir.

İnan’ın ölümünden dört yıl sonra zor durumda olan gençlere Mustafa İnan umut ve şevk kaynağı olsun amacıyla ödül verilir. Ödülü Jale İnan alır.

 


Sonsöz

Hüseyin İnan babasını yirmili yaşlarında kaybetmiştir. TÜBİTAK gençleri bilim adamı olmaya teşvik etmek ve çekilen zorlukların insanı yolundan alıkoyamayacağını anlatmak için Mustafa İnan’ı anlatan bir roman yazılması fikrini ortaya atar. Bu görev Jale İnan’a verilir. Jale İnan’a koliler dolusu mektup, gazete küpürü, fotoğraf gelir. Oğuz Atay o dönemde Tutunamayanlar romanı ile TRT Roman Ödülü kazanmıştır ve popülerleşmiştir. Hüseyin İnan o zamanlarda Oğuz Atay’la tanışmıştır. Roman meselesini anlatınca Oğuz Atay bu romanı yazabileceğini ifade etmiştir. Atay, İnan ailesiyle görüşmeler yaparak ve eve gelen materyallerden yardım alarak bu kitabı hazırlamıştır.

 

Alıntılar

  • “Öğrencilerinin ileride kendisini geçeceğinden korkmazdı Mustafa. Bazı hocalar bu endişeyle yaşarlar. İşte belki de bu yüzden en yetenekli öğrencileri Mustafa İnan’ın çevresinde toplandı ve onun tatbikî mekanik dalında bir ekol kurmasına yol açtılar.” (s.21)

  • Bilirsin ki ben dünyada yalnız seni severim / Eğer yanıma gelmezsen senin gamınla ölürüm.” (s.32)

  • “Hiçbir şeyin aslını merak etmemeli. Formülleri ezberlememeli ve bu formüllerin problemlere nasıl uygulanacağını, geçen yıllarda sorulmuş imtihan sorularını gözden geçirerek iyice bellemeli ve imtihandan bir gün sonra hepsini unutmalı. Belki böylece hayata dinç ve yıpranmamış bir kafayla atılırsın ve elektrik üretiminin artırılması konusunda ilginç tekliflerde bulunarak memleketinden milletvekili adayı olursun.” (s.67)

  • “Matematiği birtakım uzun ve yorucu işlemlerden ibaret gördüğünüz için de bilim çekici gelmiyor size. Sayıların ve Eski Yunanca harflerin gerisinde canlı ilişkiler olduğunu sezemezsiniz, sayılarla hayatın arasındaki ilişkiyi göremezseniz, matematik ve dolayısıyla fizik çalışmanın tek amacı sınıf geçmek olur.” (s.70)

  • “Namık ve Şevket’le birlikte Fischer’e gidip bira içmekten hoşlanıyordu. Okul bahçesinin duvarından atlayarak geceleri tiyatroya kaçmak istiyordu.” (s.74)

  • “Namık, Hadi Mustafa, Fischer’e gidelim birer bira atalım, dedi özlemişsindir içkiyi. Mustafa yüzünü buruşturdu: Bira içmek de hamallık birader. Ne oldu? dedi Namık. Ne olacak Mustafa şantiyede rakıya alışmıştı. Bizi de alıştırdı, diyor Namık Sılay.” (s.83)

  • “Yoksa şu rakıyla sigarayı daha mühendis mektebi yıllarında mı bıraksaydım? Vallah, böyle bir hareket de hayata karşı ayıp olurdu birader. Dünya nimetlerini de seviyordum çünkü. Fuzulî’nin, Nedim’in şiirlerini laf olsun diye okumuyordum ki millete; onları içimde yaşıyordum.” (s.91)

  • “Mustafa İnan, kendisiyle hesaplaşmasını zor yıllarda bile sürdürdü. Başkalarıyla hesaplaşmaya da hiç girişmedi; çünkü hikmet sahibi idi.” (s.131)

  • "Açık sistemde insan her türlü çevreye açıktı, her ortama girebilirdi; Mustafa İnan da toplumun her katından dostlar edindi, aydın çevrelerin anılır adamı oldu kısa süre içinde, birçok üstat ile tanıştı.” (s.133)

  • “Matematik, düşünme sanatını sembolleştirir. Bugün mantık da matematik esaslarına göre düzenleniyor. Boole cebri buna örnektir. Matematik, düşünmede ekonomi sağlar. İlim tarihi bize göstermiştir ki, basit ve sarih fikir daima muğlak ve karışık fikre galip gelmiştir.” (s.155)

  • “Aklın yanına hikmet dediğimiz yüksek bilgi kabiliyetine de yer vermek lâzımdır. Hikmet, bu alemin olaylarına, onun üstüne çıkarak mütevazı bir şekilde bakmak, aralarındaki iç ahengi sezmek, aşk ile realitenin derinliğine nüfuz etmektir.” (s.159)

  • “İnsanlar ölünce sözler de kayboluyor. Ne acıklı değil mi?” (s.260)

 


Sözlük

. Leylî meccanî: parasız yatılı

. Hülasa etmek: özetlemek

. Beynelminel: uluslararası


KAYNAK:

Atay, Oğuz (2023). Bir Bilim Adamının Romanı. İstanbul: İletişim Yayınları. 66. Basım


















Görsel: Oğuz Atay - Bağlantı

30 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page